Bu yazı; Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar kitabının anısına yazılmıştır. Kitapta geçen olaylardan sonra “Hikmet’in kızı olsaydı” dan yola çıkılarak, yazarın biçemiyle yazılmıştır. Saygılar Sayın Okur…
Günlerden perşembeydi. Soluk yüzü ve omuzlarından baldırlarına kadar inen kırmızı püsküllü şalı olan kadın salonumuza oturdu.-Neden bu kadar solgun?- Adı Sevgi’ydi,hoşgeldin seni beklemiyordum Sevgi’ydi çünkü bu kadın. Bu soluk yüzlü Sevgi Teyze, kendi üşüdüğü kadar beni de bakışlarıyla üşüttü. –Belki kırmızı şaldandır.- Şalını çıkarmadan bir köşeye sindi. Eve geldiğinden beri annemle konuşmadılar.Kadın sanki sadece bana bakmaya gelmiş gibiydi. Hayvanat bahçesindeki hayvanlara benzettim kendimi. Maymun taklidi yapsa mıydım? Hayır hayır, annem daha fazla oyun yok dedi bu sefer çok ciddiydi,böyle oyunlar oynama dedi. -Ten çoraplarından birisi kaçmış.Neden böyle bir eylem seçilmiştir bu duruma? Çoraplar kaçar mı? Belki suçlu bulunuyorlardır onlarda benim gibi her oyunlarında- Bilgesenideiyidegördümler den sonra Sevgi Teyze yazıları tekrar okumak istedi. –Çorap kaçığı her harekette istikrarını sürdürüyor. Aşağıya doğru ağır ağır kayıyordu.Dur kaçma kaçarsan sonun diğer kaçıklar gibi olur.Diğer düzgün çoraplar seninle alay ederler! onlar gibi değilsin diye, dur durduğun yerde!- Yazı okumak istediğine göre annemin işinden bir öğretmen arkadaşı olmalı, daha önce görmedim ama yazı istediyse kesin iştendir. Peki neden annem gözlerini kırpıştırarak gülmüyor ya da öğrencilerden dem vurmuyorlar? “Bizimevdedevarbiröğrenci evde de aynı, işte de… Öğrenci her yerde öğrencidir.” demiyor.Sağ eliyle lokumu tutarken sol eli onun altında, yukarıdaki ele güvenmediğini açık açık göstererek dururken. –Mutfaktan krikkrak alma zamanıdır şimdi. Misafirin yanında kızmaz bana, belki göz devirir. Önce adımları ve zamanlamayı doğru hesaplamalıyım.İlk önce yanında duran plastik bardağı al. Hayır ilk önce bir şey ister misiniz diye sor. Hanım hanımcık gözükerek anneni gururlandır, dikkati dağıt. Mutfaktan bir şey ister misiniz? Sadece hayır anlamında baş salladılar. –Ayağa kalkabilirsin.Hay aksi önce bardağı almalıydım.Şimdi ayakta kaldım, ne olacak? Eğilip alsam çok dikkat çekerim. Sevgi Teyze bana baktı bile, annende bakmadan mutfağa git hadi.- Mutfak kapısının önünde üzerime dökülen delillerden kurtulmaya çalışırken, annem odasından elinde yeşil bir dosya ile ve arasından dağınık kağıtlar topluluğuyla gözleri önde geliyordu. Sanki bir suç işlemiş gibi mahzundu bakışları. Sevgi Teyze’ye kağıtları verdi. Tam yerime geri oturacakken “Manolya sen hadi git, mutfakta oku kitabını hem sağ üst dolapta krikkrak da var, yersin” –Biliyorum anne daha demin yedim üç tanesini- “Olur annecim” –gerçekten olur muydu? annem hiç böyle yapmazdı.Krikkrak işi iyi oldu. Sevgi Teyze öğretmen olamazdı baksana annem odaya bile sokmuyor. Kimdi bu üşüyen şallı hanım?- annemin odasına girip dosyayı nereden çıkardığına baktım.-dosya neden bu kadar saklanma gereği duyulsun ki? Ortalık savaş alanı.Sanki hiç savaş alanı gördün de? Tarih öğretmenim de görmemiş ama o kullanıyor. Neden? Keşke herkes sadece gördüğü şeyleri kullansa , belki de daha anlaşılır olurdu, bende belki bu kadar sessiz olmazdım. Olmaz mıydım gerçekten?Olmazdım. Bence yalan.- Sonra sessizce mutfakta bekledim. Birkaç burun çekiş kızarmış ve sulu dört adet göz hava almaya çıkan iki arkadaş olmayan tanıdık. –Sevgi Teyze çorabın hala kaçık. Söylemeli miyim? Hayır o seni maymun gibi hissettirdi. Hissettirdi mi gerçekten ben değil miydim maymun olmak isteyen, kafamın içindeki oyuna ayak uyduran? Olsun sen yine de söyleme, seni üşüten birine güvenemezsin.Biraz da o utansın ha ha. İnsan bilmediği,farkında olmadığı şeyden utanır mı?Utanır.Nasıl?Dosya!- Dosya sehpanın üzerinde duruyordu.Açtım bir mektup, –Geç- geçtim. Tarihi bir tiyatro var tam tamamlanmamış. –Tarih de hiçbir zaman tamamlanmaz; o yüzden bu tiyatro da tamamlanmamış olsa gerek.Doğru.- ve birçok karalama.Hepsi yarım, noktasını arayan cümleler.Mektuba döndüm tekrar. “Sevgili Bilge” diye başlayan mektuptu bu.Evin koltuklarını gereksiz sohbetleriyle dolduramayan uzak akrabaların,evdeki çekmeceleri nispet yapar gibi dolduran bir yığın mektup vardı böyle başlayan. Peki neden ağlanasıydı bu mektup? -Biraz daha okusana.Mantıklı.- “…birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı.Sana,durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de. İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde bırakmasaydım.” Birbirini seven iki insan,annem,eski karım. Eski bir aşk mektubu olsa gerek. –Biraz daha oku.Özel bir mektup.Merak etmiyor musun?Merak etmiyor muyum?- “Konuşmamak ne iyi –çok haklı. Hayır haklı olacak olan annem bana kızdığında.- İnsan elbette konuşmak istiyor;dert yanmak,haklı çıkmak istiyor.Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, –düşünceler de.- insan kendine ihanet ediyor.Kendinden nefret ediyor.–Bazen de utanıyor- Kapının kilidi yuvasında döndü, gelen annemdi. Yüzü solgun… Sanki Sevgi Teyze daha fazla taşıyamamış bu solgunluğu da annem ben taşırım demiş gibi. Kesif bir sigara kokusuyla dosyayı alıp odasına gitti,kapıyı kapattı. Gelecek on üç saat kırk iki dakika boyunca daha çıkmayacaktı. Benim aklımda ise daha fazla okumak geçiyordu. O mektubu daha fazla okumak.-Kokuyu aldın mı? Ne kokusu?Sevdiğin bir yemek kokusu gibi burnuna çarpan oyun kokusunu.Sanırım.Daha tehlikeli oyunlar bunlar belki de. Yoksa annem neden saklasın?Neden yasaklasın?Neyi?Oynadığın oyunları.Ama mektubu yazan kişi bunu gerçekten oynuyormuş ben sadece kafamda oynuyorum. Bilemezsin bunlar tehlikeli oyunlar.Sus artık. Sus! -Sustum?-.