İncelemeler

Alamut Kalesi

Vladimir Bartol

Alamut Kalesi

 

   Siz de bu mevcut dünya sistemlerinden sıkıldığınız oluyor mu? Her gün durup,içinizdeki kaosu doğurmak ister gibi, kaç kere derin soluklar veriyorsunuz? Aynaya bakarken,haberleri okurken ya da bir insana laf anlatmaktan vazgeçerken. Artık önümüze sunulan Matrixvari çekici seçenekler de yok farkındaysanız.

İtaat et ya da git

Ya bizim gibi konuş ya da sus.

Ya yaşa bizim gibi ya da eve kapan.

Yani olmasanız da olur der gibi her şey. Ama her şey… 

Tarihe baktığımda aydın kesimin her zaman azınlıkta olduğunu görüyorum. Ayrıksı olduğumuz için hadi hep birlikte bir kez daha mutlu olalım. Fakat öte yandan diktatörlerin çoğu da aydın kesimlerden gelmez mi? Şimdi de üzülme vakti… Sanırım aydınların da bir kırılma noktası var ya da Biz’ci toplum, ayrıksıları bir şekilde intikamcı diktatörlere çeviriyor. Bense; fizyolojimize ne kadar ters olduğunu bilsemde bireyleri, mutlak yalnızlaştırmadan yanayım. Bence artık evrimimizi bu yöne çevirmeliyiz. Fakat biliyorum ki bende olduğu gibi sizlerde de o şey var. İçinizde bazen uykuya çekilen bazende yeni yüremeye başlayan insancıklar gibi fıtı fıtı dolaşan o şey içinizde var. Umut denilen o kıvılcım,itekleyici güç,seni sabah uyandıran azim ya da roket yakıtı. Ne dersen de Sevgili Okur. Bildiğim bir şey varsa umut dediğimiz o güçlü duygu  ve yanından ayırmadığı kardeşi inanç; işte dünyayı döndüren bu iki küçük velet. Bu iki sözcük uzun yeşil ovaları beraberinde getiren pespembe düşlerle eşdeğer gibi gözükse de öyle değiller. Anlatmak istediğim kitap tam da böyle hissettiğimiz dönemlerde inanç ve umut sistemlerinin nasıl dünyalar yıkıp yarattığını anlatan, diktatörleri anlama kılavuzu alt başlığıyla devam eden bir roman. Slovenyalı  yazar Vladimir Bartol’un ele aldığı dünyaca ünlü ve uzun zaman sonra yazmaya değer gördüğüm Fedailerin Kalesi Alamut adlı kitap.

  Kitabın yazıldığı tarihi kısa bir özetlemeliyim. Şöyle ki; I.Dünya Savaşı’nın ağır ve faşist etkilerinden sonra Slovenya; dağılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğundan ayrılır. Kitabımızın basım yılı 1938’dir.1933’te Hitler’in başa geçmesi ve II.Dünya Savaşı’nın yavaş yavaş geldiği hissedilen o yıllar… 

  Kitabımız ise 11. yy İran’da geçer ve Haşhaşi tarikatıyla alakalı özellikle din ve felsefe altyapılı olaylardan ilham alır.

   Yani bu iki tarihten çıkardığım sonuç şu oldu:

   Kitap kesinlikle kurmacadır. Aynı zamanda kitap kesinlikle ideolojiler kitabıdır. 

   Bartol; dini,insanların vicdanlarını,yumuşak karınları,sözde ütopik adalet sistemlerini kullanarak milyonları öldüren,tutsak eden, hatta köle eden diktatörlerin o iğrenç düşünce sistemlerini anlatmaya çalıştı. Spesifik olarak bu kadar eski bir tarikatı seçme nedeni bence cihad kavramıdır.Birbirinden farklı birçok tanım kabul edilse de genel olarak:

İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk’ın(Doğru olanın ya da Tanrı’nın) düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması “cihad”dır -buradaki düşmanları fiziksel ve manevi anlamda düşünmek daha yerinde olur.- Batılılar gözünden cihad; İslam dinine özgü korkutucu bir kavram gibi gözükürken Bartol bu konuya işaret eder. Bir nevi yazdığı hikayedeki  liyakatsız tarikat liderini ve temelsiz cihad anlayışını kendi zamanındaki devlet adamlarıyla ve yönetme sistemlerini  aynı çatıda birleştirir. Değişen devlet düzenleri değildir sorun diktatörlerdir. Yüzyıllardır süregelen güçsüzün ezilmesi ve insanların kullanılmasıdır.  Peki halkta hiç mi suç yok. Bilmiyorum… Sanırım bu halk yelpazesini tam açıklayamayacağım. Sonuçta bu biraz da özeleştiriye giriyor. Sadece tek bir suçlu olduğu hükmünü vermek,içinde savrulduğumuz bu distopik dünya için bile fazla olduğunu düşünüyorum açıkçası. 

   “Kitleler hep böyle davranmayı yeğlemiştir zaten.Belirsizlikten korkar,kendilerine anlatılan en saçma sapan şeylere dahi hakikat tutunacak bir dal sunmadığı için büyük kalpleriyle iman ederler.Bu konuda yapabileceğin bir şey yok.Bu kitlelerin peygamberi olmak isteyen kişi karşısındakiler sanki birer küçük bir çocukmuş gibi masallar anlatmalı,kafalarını envai çeşit hikayelerle doldurmalıdır.Zaten bu yüzden zeki insanlar hep kitlelerden uzak durmayı tercih etmişlerdir.”  

   Kitleler masal dinlemeyi sevdiği için mi bu haldeyiz yoksa diktatörlerin soyu tükenmediği için mi? Her halükarda araftakiler yalnızlaşmaya mahkum mudur? 

   Saygılar Sayın Okur.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu