Cesur Yeni Dünya
Ruhum daralıyor.
Hem de her an…
Sabah kalktığımda ayaklarım halıya değmeden düşünmeye başlıyorum. Ve sorun şu ki, düşünmeye başladıkça, derin bir suya atlamış hissi veriyor durum. Sonu var diye kulaç atıyorsunuz, devam ediyorsunuz düşünmeye ya da yüzmeye kafanızın içinde. Suyun altında, -her zaman olduğu gibi- süzülme ve hiçlik hissi etrafınızı sarıyor. O mavi koyulukta, ölseniz gitseniz; sanki hiçbir şey değişmeyecekmiş hissi de ekleniyor, geç kalmış bir öğrenci gibi. Sonra dalıp gittiğiniz maviliğin dibinin olmadığını farkediyorsunuz. Panikle kendinize gelip; “Keşke hiç uyanmasaydım” diyorsunuz. Bazen kafanız bu ritüelden sonra -o ağır mı ağır düşüncelerle dolu kafanız- yastıkla buluşuyor. Bazen de gün içinde yıkılacağınızı bile bile o adımı atıyorsunuz. Desenlerinde kaybolduğunuz halıya.
Yaşam mücadelesi, maddi durumlar, fiziksel korunma ve sevgi ihtiyacı derken, içinde doğduğunuz topluma veya dine ayak uydurma çabalarınız,kendini kötü hissetmeleriniz, aşağılık bir lağım faresi gibi hissetmeleriniz, umutlarınız, bunların yanında “Hayatımı nasıl kontrol edip, yön vermeliyim?” düşünceleriniz, güvensizlik, şüphe…Her gün ama her gün bunlarla uğraşıyoruz. Bakın her gün! Her gün bireysel olmaya çalışıp, bundan çok uzaklara savruluyoruz. Her gün. Yaptığımız şeylerin, bize uygun olup olmadığını deniyoruz, vaktimizi ve paramızı bunlara harcıyoruz. Her gün! Bireysel olmaya çalışmakla övünüp, toplumun onayına sunuyoruz. Her gün… Evrenin her günü böyle geçiyor. Şu anki, biz insanlar için durum böyle.
Bazen sağlam dünya sistemleri/düzenleri olsa böyle olmazdı diye düşünüyorum. Sahiden olmaz mıydı? Mesela, toplumun yapıtaşı ve en sorunlu yapısı olan, aile kavramını yok etsek. Hiç öyle bir şey olmasa. Aile kavramı dünya yazılımında yanlış bir kod gibi geliyor. Ne kadar reddetsekte öyle geliyor. Biliyorum bunu her akraba buluşmalarında hissediyorsunuz. Sonuçta hepimiz yalnız bir yaşam süreceksek, bir küme içinde büyüyüp onlara sevgi göstermenin ne anlamı var? Üstüne üstlük bir de, bu kümeyi kaybettiğimizde ve küme yokluklarında acı çekip, travmalara bölünecekse kişiliğimiz… Hepimiz, bir ailede büyüdüğümüz için aksini hayal edemiyoruz ve de aksini iddia edemiyoruz. E bunu da saçma bulmamız çok normal. Yürüyen bir ağaç türü ispat edilse ve kanıtlansa, ne kadar hayret etsekte inanmaya başlarız. Ama şu an saçma gelir. O yüzden madem çoğalmamız gerekiyor ve doğduğumuzda bakıma muhtacız? Bu neden devlet eliyle yapılmasın? Hatta aile kavramı pornografik bir söz olsa ve toplum içinde kullanıldığında utandırsa. Ve bir başka sorun! Gün içinde yaşadığımız sıkıntıları ya da katlanmak zorunda kaldığımız insanları ele alalım. Mecbursun o duruma ama devam etmek de zorundasın. İşte tam o anda küçük bir hap alarak bütün stresin uçtuğunu hayal edin. Biraz rahatlattı değil mi? Çoğu araştırmacı denetimli bir şekilde doğal sakinleştiricileri kullanmanın toplum yararına olduğunu açıkladı. Zaman zaman herkes bunu mantıklı bulurken bunun da devlet eliyle olması yine mükemmel olmaz mıydı? Ayrıca düşünün; mesela yalnız kalmaya gerek kalmasın. Böyle bir düzende, her gün birileri ile görüşüp konuşabiliriz hatta bundan herkes hoşnut. Hani şu her gün yapmaya çalıştığımız ama debelenip durduğumuz bireysellik, asıl garip ya da yasak olan bu devlet sisteminde. Mantığın o güzel çehresinde, cazip değil mi bu anlattıklarım? Bütün dünya zengin,herkes sağlıklı,aile derdi yok,bağlanma derdi yok,eskiyi bilme derdi yok çünkü yeni her şey, ihtiyacın olan her şeyi veriyor zaten düzen. Kendini bulma derdin yok çünkü ilk doğduğun andan itibaren bunu biliyorsun ve bundan mutlusun,istediğin kadar seyahat edebiliyorsun. Sadece bireysellik ve özgür düşünce yasak. Aslında toplumu ileri götüren ama yaşadığın süreçte seni o toplumdan ayıran, o hastalıklı düşüncelere yer yok. Her birimiz -çoğunluk- filozof,bilim insanı,lider,aktör veya sanatçı olamayacağınızı çoktan farketmiştir diye varsayıyorum. Sonuç olarak; böyle bir yaşam daha kolay olmaz mıydı? Bir diğer en önemli soru da, bu teklif sizin için cennet gibi mi yoksa cehennem gibi mi geliyor? Ütopya gibi mi yoksa distopya gibi mi?
1920 lerde de aynı soru sorulmuştu, yukarıda anlattığım dünya düzeni için. Belki de Aldoux Huxley amcamız böyle düşünmüştür ve böyle bir düzen ortaya çıkmıştır. Konuya dönecek olursak büyük bir çalkantı yaratmış, dedikodulara yol açmış, hatta bu düşüncenin bir kitaptan çalıntı olduğu ve distopya konusu işleyemecek kadar yüzeysel ya da şöyle söyleyeyim hafif çizgiler taşıdığı söylenmiştir. Aldous Huxley ‘in Cesur Yeni Dünya kitabı, yukarıda anlattığım minicik bir kısmıyla ortalığı sise boğmuş ve öylede bırakmıştır. Bu kitapla ilgili ilk tavsiyem, kitabın başındaki Sunuş kısmıyla ve yazarın samimi Önsözüyle başlamamanız. Zira kitabın sonuyla ve anlamadığınız bir çok terimle başlayıp, kitabı bulunduğu arafa geri bırakabilirsiniz. Onun yerine, kitabın sonunda yer alan felsefeci Bradshaw’ın Sonsöz kısmıyla daha iyi bir başlangıç yapılacağını düşünüyorum. Tabii ki seçim sizin.
Aldous Huxley’in, kişilerin dünyasını yansıtma biçimi,bölümler arasındaki diyalog çeşitliliği ve geçiş hızı beni o kadar etkiledi ki! Sanki kitap okumuyorum da Cesur Yeni Dünya filmini izliyorum gibi. Üslubuna bu kadar ağzımın suyunun aktığı yazar çok azdır. Ayrıca şunu da belirtmek isterim, yazar Shakespeare’i okutmayı arzulatıyor. Ki zaten kitabın ismi de oradan geliyor. Cesur Yeni Dünya… Bu durum her ne kadar yazarın özgün olmadığını akla getirse de, öyle olmadığını kitabın içine düşünce karar vereceksiniz.
‘Birey mi toplum mu?’ ya da ‘Birey mutluluğu mu toplum mutluluğu mu?’ dedirtecek sonra yanıltacak sorulara hazır olun. Mutluluğun aslında yüce bir yanı yoktur diyerek, mutluluğun bize dayatıldığının aksine, nasıl da ihtişamdan uzak olduğunu anlatıyor. Açıkcası; hak verirken o kadar tatmin oldum ki, kitabı bir gün elime alamadım. O hissi, bir süre yaşamak istedim. En çok toplumla ilgili tespitlerinde, tavana bakıp düşünme sürelerimi artırdı. Cesur Yeni Dünya; konusundan, dünyasından daha çok, felsefesi için okudum. Zira diğer yandan konusu için okunursa bazı uyuşmazlıklar ve sıkıcı yanlar bulunabilir. Her fırsatta beni bir çok insandan daha çok tatmin eden bir kitap olmamıştı. Biliyorum bu kadar özele inmemem gerekirdi ama bu da benim için bir ilkti. Bilirsiniz ilkler pek dilden düşmez…
Saygılar Sayın Okur.