Korkuyu Beklerken
Beklemenin, sınır ve mevki tanımaz bir tarafı var. Birden ortaya çıkan ve sizi küçük düşürmeyi bekleyen, tanıdık misali, sinir bozucu. Sıra beklemek, otobüs beklemek, sınav sonucu beklemek, iyi haber beklemek, zengin olmayı beklemek, aşkı beklemek… Şu günlük eylemlerimizden, insan sınırlarını en zorlayanı; beklemek anlayacağınız. Sözgelimi, beklediğiniz farklı anları düşünün. Bunu iyi ve kötü bekleyişler olarak ayıramazsanız. Bu durumun belki de en rahatsız edici tarafı; sınırı, çizgisi, ayrımı olmamasıdır. Hep kesişim kümesi… En azından, ben öyle iddia ediyorum Sevgili Okur. İyice düşünün. Ardından; sözde, iyi ve kötü bir bekleme örneği tasnif edelim. Çoğunluğun yaşamış olduğu “mutlu olacağınızı bildiğiniz bir buluşma ve bir yakınınızın bu hayattaki son günleri”…
Buluşma öncesi, -sonucu sizi mutlu edeceğini bilseniz bile- gerginliğinizin kalbinizi nasıl sıkıştırdığını ve geçmeyen saniyeleri nasıl saydığınızı hatırlayın. Bu pasif agresif panik ataklarınızdan sonra, rahat bir nefes verip, mutluluğunuzu ciğerlerinize doldurdunuz.
Sevdiğiniz bir insanın son anlarında, göğsünün inip kalkmasını sayarken, çektiğiniz o ızdırap, umut ve kurtuluş duaları arasındaki ipteki dengesiz adımlarınız ve oradan sırt üstü dibe düşüp, gökyüzünüzden geçen pişmanlık bulutları altında hareketsiz saatleriniz…
Yukarıdaki durumlara bakarsak, her bir tarafın tezat duygularla dolu olduğunu görebiliriz. Kısacası; her duyguyu yerleştirebilirim bu bekleme eylemine ve ben buradayım diye sırıtmaz. Bu örnekleri, başka birçok eylemlere uyarlayabiliriz, pek tabii farkındayım. Ama en ızdırap vereni, ağırlığı altında kemiklerimizin çatırdamasını sebep olup, yine de devam ettiren, bizi oyun hamuruymuşuz gibi şekillendiren, başka bir örnek göremiyorum.
Beklemenin, öğrenilir bir tarafı yok. Sadece mutlu bir son olmasını, rahatlamayla son bulmasını, son bulmasını, artık ne olursa olsun bitmesini ve sonun gelmesini istediğimiz evreleri var. Bu evreleri, hiç yaşamayacakmış gibi kibrimiz var, liyakatsiz insani yapımıza özgü.
Beklemeyi, bu kadar derin sorgulatan, arada sırada beşerî varlığından şüphe ettiğim yazarı ne zaman okusam, şahsıma akisleri böyle uzun sürüyor işte.
Oğuz Atay.
Türk romanı anlayışındaki moderniteyi, arşa çıkarmış ve biçemiyle devrim yaratmış bir yazardı. Aslında yazılarının özünde, toplumun temelini oluşturan, fakat göz ardı edilen, hayata tutunamayanları kendi tarzıyla kaleme almıştır. Bence; eserlerinde, Türk roman dünyasına kıyasla, insana en yaklaşan anlatımı sergilemektedir. Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken kitabı, çıkardığı üçüncü kitabıydı. Öykü derlemesi olan kitabın, her bir öyküsü; tüyler ürpertici, zamanının ötesinde, hatta postmoderniteye geçiş yapan taraflarıyla sizi mest edebilir ya da canınızı sıkabilir. Tamamıyla hayata nereden baktığınızla alakalı… Kitapla aynı ismi taşıyan, üçüncü öyküyü sizlerle paylaşmak isterim. Daha fazla bekletmeden.
Yalnız kalmaktan korktukça yalnızlığı artan -ana karakterimizin deyişiyle- ürkek yapısı olan bu ana karakterimiz, nerden geldiği belli olmayan şifreli bir mektubun, kapısına bırakılmasıyla olay örgüsü başlar. Mektubu çözümledikten sonra, mektubu takıntı haline getirip, mektubu yazanlara kızıp, lanet edip, bir düşmana karşı savaşır gibi hisseder. Öyküyü okurken, ana karakterin davranışları için, gerçekten isimsiz mektubu yazanlara karşı bir direniş midir? Yoksa sürekli kaçtığı kendiyle savaşı mıdır? ikilemlerinin, sizi sarmayalacağını garanti ederim. Kendi korkaklığını, basiretsizliğini, yalnızlığını, her adımda, acılar içinde kabul etmek zorunda kalır ve olaylar, farklı bir yöne doğru akmaya başlar. Hatta, kendisini içine bıraktığı durumla, hayatta kalması şans eseri haline gelir. Karakter; hayatı ve kendiyle alakalı, varoluşsal acı farkedişlerinden sonra, hayati fonksiyonlarından uzaklaşmayı ve yavaşça yok olmayı bekler, yarı bilinçli bir şekilde… Ve bunu da başaramaz. Ben bir şeyin taklidiydim; fakat, aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim. Belki de bana ne olduğunu sonuna kadar okumamıştım. Yarım bırakmaları artık ona dar gelir. Kendine, insanlara olan nefreti, ortaya daha çok çıkar. Ne olursa olsun, bir ceza bekler, kurtuluş bekler, ölmeyi bekler, evini düzene koymayı bekler, iyi bir insan olmayı bekler… Heyecanlarını hep gelecekteki günler için saklamış bir kişinin; korku içinde, sürekli bir şeylerin olması beklemekten başka, geriye yapacak farklı bir şey kalmıyordu. Korkuyla beklemek, korkuyu beklemek, beklemek…
Oğuz Atay; tavsiye etmekten hiçbir zaman usanmayacağım bir yazar olacaktır. Zamanının; siyasetini, yönetimini, eğitim sistemini, sosyal hayatını, çok naif dokunuşlarla, kitaplarına eklemesi de tarzına daha çok lezzet katmıştır. Korkuyu Beklerken kitabının, 1973’te çıktığını göze alarak okuyun, ne kadar fütüristik olduğunu anlayacaksınız. Aynı fikirde olacağımızın kanaatindeyim ya da olmayalım. Sadece okuyun Sevgili Okur. Sonuçta kaos; değişimin bir adım öncesidir :).
Saygılar Sayın Okur.